Okudum: Tek Kanatlı Bir Kuş (Yaşar Kemal)

Tek Kanatlı Bir KuşKorku, insan üzerinde farklı etkiler yaratabilen bir his. Özellikle uzun süre devam eden bir korkunun etkileri daha da güçlü oluyor ve bazen çevrenizdekilere de bulaşabiliyor. Bu durumda korku kişisel bir hâl almaktan çıkıyor ve toplumsal bir korku haline geliyor. Korku, toplumsal korku haline dönüşüp yine uzun süre devam ettiği taktirde, artık korkunun gerçek nedeni unutuluyor ve sadece korku kalıyor geriye. Nedensiz bir korkudan daha korkunç ne olabilir ki? İşte bu yüzden, insanlar unuttukları nedenlerin yerine efsaneler uydururlar. Efsane yanına korkuyu da alarak yayılır ve artık kimse gerçek nedenini bilmeden bir efsaneye inanarak korkmaya başlar. Tıpkı kitabımızın baş rolündeki karakterler Remzi Tavdemir, eşi Melek Hanım ve diğerleri gibi.

Şoför ciddileşti:
“Dur hanım, dur” dedi. Yokuşluya bir şey olmuş. Ben de bilmiyorum. Kimse de bilmiyor ya, oraya hiç kimse gitmiyor.”

Tek Kanatlı Bir Kuş, terk edilmiş bir kasaba olan Yokuşlu’ya girmeye çalışan birkaç insanı ceviz ağaçlarının altında toplayan kısa bir roman. Yokuşlu ise kimsenin tam olarak neden olduğunu hatırlamadığı bir şekilde terk edilmiş ve iyice ıssız bir kasabaya dönüşmüştür. Tabii ki de Yokuşlu’nun neden terk edildiğine dair efsaneler dönüp dolaşmaktadır. Karakterlerimiz de zaten bu anlatılan efsanelerden korktukları için kasabaya giremiyor ya…

Karı koca, ikisi iki yerden: “Ne olmuş, ne olmuş?”
“Fazla bir şey bilmiyorum ama Yokuşluya bir şey olmuş. Dağ çökmüş altında mı kalmış, bir şey mi olmuş, geçende birisi anlatıyordu. Bir şey olmuş işte. (…)

Hikayemiz öncelikle posta müdürü Remzi Tavdemir ve eşi Melek Hanım’ın uzun ve zorlu tren yolculuğunu anlatarak başlıyor. Nedendir bilmem ama bana tren yolculukları hep huzurlu olarak gözükmüştür. Aslında bugüne kadar hiç trene binme imkanım olmadı ama yine de hayali bile huzur veriyor bana, bilmediğim bir şekilde. Fakat yıllarca tayinlerle oradan oraya sürüklenmiş posta müdürü Remzi Tavdemir ve eşi Melek Hanım için durum aynı değil. Nasıl aynı olsun ki? Tam bir yere alıştım derken tayininiz çıkıyor ve alışkanlıklarınızı geride bırakıp yeniden başlamak üzere başka bir yere gidiyorsunuz. Başka bir ev, başka komşular, başka insanlar, kısacası her şeyi başka olan bir yere gidiyorsunuz. Hele karakterimiz Remzi Tavdemir için işleri zorlaştıran şöyle bir detay var ki:

Yeni evden de korkardı. İnsan öyle vırt zırt, ha deyince eve alışamıyor ki… Trende uyurdu da, başını tahtaya dayayıp, mışıl mışıl, yeni bir evde öldürallah uyuyamazdı. Bir haftada, bazan da bir ayda alışırdı. Ölümdü, ölümdü onun için bu atanmalar. Ömürleri yollarda tükenmişti. Bitli, sirkeli, pireli uyuz demiryollarında… İşte böyle istasyon kapılarında…

Yerden göğe kadar haklı adamcağız. Maalesef memuriyetin olumsuz yönlerinden birisi de bu atamalar. Fakat o kadar endişelenmesine gerek yok Remzi Bey’in, zira daha o evin bulunduğu kasabaya dahi giremeyecekler ve girişinden biraz uzakta ceviz ağaçlarının altında konaklamak zorunda kalacaklar. Kasaba hakkında dilden dile dolaşan efsaneler onları da korkutmuştur ve birisi geçene kadar yolun kenarında beklemeye karar vermişlerdi. Daha sonra aralarına farklı insanlar da katılıyorlar fakat onların da kasabaya girmeye cesaretleri yok. Hep birlikte ceviz ağaçlarının altında kendilerince yaptıkları çadırın altında öylece kalıyorlar. Aralarından biri kasabaya girmeyi denemiş olsa da geri döndüğünde anlattıkları yeni bir efsane olarak akıllarında yer edindi ve kasaba daha da korkunçlaştı gözlerinde. İşte bahsettiğim toplumsal korku hali tam da bu oluyor.

Alıntılardan da anlaşıldığı üzere yazarımız Yaşar Kemal, bu eserinde oldukça samimi bir Anadolu ağzı kullanıyor. Bu da okuma deneyiminizi daha akıcı hale getiriyor, zaten kısa olan bu kitap böyle bir akıcılık ile daha da kısa geliyor okuduğunuzda, adeta şiir okur gibi… Kitap “toplumsal korku nedir?” sorusuna çok iyi bir yanıt. Fakat hoşuma gitmeyen şöyle bir nokta var: Trenden indikten sonra adres sormak için birilerini ararken istasyon şefi olan Sadrettin Bey ile karşılaşan Remzi Bey, daha sonra, Karadeniz ağzı ile konuştuğundan dolayı olsa gerek, bu karakterden “Laz” diye bahsediyor. Bu elbette karakter ile ilgili bir şey fakat, Yaşar Kemal de, Sadrettin Bey’i konuştururken, “Şef açık bir Laz ağzıyla konuşuyordu.” şeklinde anlatıyor. Yaşar Kemal gibi usta bir yazarı düzeltmek elbette haddim değil fakat bu konularda hassas biri olduğum için bunun “Laz ağzı” değil, “Karadeniz şivesi” olduğunu söylemek isterim. Zira bu, Karadeniz şivesi ile konuşan herkesi Laz sanmak gibi bir yanılgı doğuracaktır.

Toplumsal korkuyu, Anadolu motifleriyle çok iyi bir şekilde harmanlayan ve ortaya okuması keyifli bir roman çıkaran Yaşar Kemal, bize bir kere daha ne kadar usta bir yazar olduğunu kanıtlıyor. Anadolu motiflerini, Anadolu ağzı ile okurken adeta kendinizi bir belgeselde gibi hissediyorsunuz. Öyle güzel betimlemeler var ki, okuduğunuzda adeta gözünüzde canlanıyor betimlenen nesne. Özellikle çağımızın teknoloji dünyasında değeri unutulmuş bir nesne olan sandık hakkındaki şu anlatım beni çok etkiledi. Anadolu insanının sandığına ne kadar değer verdiğini, sandığın onun için ne kadar önemli bir nesne olduğunu çok iyi anlatıyor:

(…) Altındaki sandığı yıllar önce Maraştan almıştı. Çıngıraklı bir sandıktı. İçi hep defne, yaban elması, mantıvar, dağ nanesi kokardı. Kokulu ne bulursa Melek Hanım doldururdu sandığın içine. Sandık nakışlıydı. Kapağın üstüne kocaman, iri Osmanlı gülleri işlenmişti, dallı, yapraklı, tomurcuklu. Önüne, kilidin altına da bir top yaban gülüyle salep çiçeği işlenmişti. Çiçeklerin üstünden üç yavrulu bir ceren bacaklarını öne arkaya uzatmış, iyice germiş uçarcana koşuyordu. Sandığın sağı solu da uçan kartallarla bezeliydi.

Melek Hanım sandığını çok seviyor, en az ayda iki kere onu zeytinyağıyla ovuyor parlatıyordu. “Antika,” diyordu Melek Hanım, “antika bu sandık. Servet.” Buna da sandığı her gören inanıyordu.

Maalesef günümüzde artık bu kadar değerli değil sandıklar. Hatta artık göz önünden kaldırılıp tavan aralarında çürümeye bırakılıyor çoğu evde. Keşke tamamen tüketim toplumuna dönüşmeden bazı değerlerimizi de koruyabilsek, sandık ve artık hatırlamadığımız diğer şeyler gibi.

Kitabın bana göre bir olumsuz yanı sanki yarım kalmış bir kitap gibi geliyor bana. Hiç bitmemesi gereken bir yerde, aniden, sanki bıçakla kesilmişcesine bitiyor kitap. Buna anlam veremedim fakat çok fazla rahatsız olduğumu söylemem. Toplumsal korkuyu Anadolu ağzı ve motifleri ile okumak gerçekten güzel bir okuma deneyimi yaşattı bana. Dolayısıyla sizlerin de bu deneyimi, bu lezzeti tatmanızı tavsiye edeceğim.

Bir başka kitap değerlendirmesi yazımda görüşmek dileğiyle, esenle kalın.

Okudum: Tek Kanatlı Bir Kuş (Yaşar Kemal)” üzerine 6 yorum

  1. Kitabı okumadan önce sizin kitap hakkındaki bu değerlendirmenizi okumuştum… Kitabı okuduktan sonra tekrar sizin değerlendirmenizi bulup okumak ayrı bir keyif verdi… Kitabı o kadar güzel tasfir etmişsiniz ki bu açıklamalarınızı okuduktan sonra inanın kitaptan daha fazla okuma hazzı aldım… Bu tanıtımınızdan dolayı sizleri tebrik ediyorum… Kitap hakkındaki tüm değerlendirmelerinize ve en sonundaki yarım kalmışlık hissiyle ilgili düşüncelerinize katılıyorum… Teşekkür ediyorum…

    Liked by 1 kişi

Yorum yazmak için;